Aynur Hazar
Kalbimin Gözleri
10/09/2016 Benim yaptığım işte, masadan masaya dolaşırken ve boş tabakları alıp dolu tabakları iştahlı gözlerin önüne koyarken, kısa kısa cümleler duyarsınız başı ve sonu olmayan... Bazen bir şaşkınlık cümlesi, bazen duymamanız için yarıda kesilen gizli cümleler, bazen de üzüntü dolu iç çekişler. ʺAh zavallıcık, inanamıyorum.ʺ demişti bir keresinde bir kadın, karşısında oturan adamın anlattıklarına cevaben. Seslerinde acıma duygusu vardı ve konuştukları her neyse, elbette başlarına gelmesini asla istemezlerdi. Ben yalnızca duyarım ama merak etmem başını sonunu. Yalnız işimi yaparım. Yani, yapardım... Hepimiz öyle değil miyiz? Kötü şeyler hep başkalarının başına gelir. Duyduğumuzda ne kadar üzülürsek üzülelim, az sonra başka bir konuya geçeriz. Fakat bazen hayat öyle bir hikaye anlatır ki bize, başka konuya geçemeyiz. Tıpkı bana anlattığı gibi... Bu öten o kırmızı kuş olabilir mi? Akşam üzerleri iş dönüşünde, kapımı açarken duyardım sesini. Gülümseyerek ona bakar, sonra başımı çevirip içeri girerdim. Her akşamüstü beni karşılayan yegâne dostumu, daha eve girer girmez unuturdum. Ötüşlerini tvʹnin sesi bastırırdı. Şimdi en çok onu dinliyorum, kırmızı kuşumu yahut o olduğunu sandığımı. Bir de yoldan nadiren geçen arabaların sesini. Kulaklarımla görmeye başladığımdan beri, eskiden onları ne kadar az kullandığımı farkettim. Mesela yağmur yağarken yollar ayrı, yapraklar ayrı konuşurmuş. Pencereye vuran damlalarsa yağmurun şiddetinden haber verirmiş... Ocaktaki yemeğin kokusu, odaların, insanların hatta sokakların kokusu nasıl da birbirine karışmadan yaşar gidermiş. Şu kısacık zamanda öğrendiklerimdir bunlar. En iyi öğrendiğimse insanların aslında sözlerinden çok nefesleri ve ses tonları ile konuştuklarıdır. Kimi zaman söze nasıl başlayacaklarını dahi bilemiyorlar. Göğüs kafesleri şöyle bir kalkıp iniyor. Sesleri çatlak ve kırık çıkıyor. Teselli edici cümleler arıyorlar ama kendileri de inanmıyorlar söylediklerine. Seslerinin titreyişinden anlıyorum ki, benim kadar çabuk alışamayacaklar bu duruma. Benim kalbim de başka türlü konuşuyor. Tek farkım, kabullenmem gerektiğini biliyorum ve alışmam gerektiğini... Çalıştığım yere bir adam gelirdi her cumartesi gecesi. Ne yerse yesin meyve suyu içerdi. Aynı marka, aynı miktar ve aynı güzel gülümseme. Bazen kendi kendime heveslenir, bu gülümsemenin bana özel olduğunu düşünürdüm. Fakat gözlerine hiç bakamazdım. Ne bileyim işte, hep utandım. Siparişini alır, servisini yapar, daima gülümser ama gözlerine hiç bakamazdım. Bu yüzden gözlerinin rengi eksiktir hafızamda. Bir büyük boşluk gibi, eksik... Bakabilseydim ne değişirdi bilmiyorum ama en azından kendi gözlerimin yerine onunkileri koyup, bakışlarının hayaline sığınabilirdim... Geçen yazlarda çıkmayı planladığım ve her yıl bir sonraki yaza ertelediğim gemi yolculuğu mesela... En ufak bir kara parçasının dahi görünmediği koskoca bir okyanusun ortasında, güvertede alabildiğine güneşlenip, iliklerime kadar ısınacaktım güya. Sert geçen kışların acısını çıkaracaktım böylece. Şimdi sonsuz bir geceye mahkûm, uçsuz bucaksız karanlık bir okyanusun ortasında, ömrümden arta kalan pişmanlıkların içinde yüzüyorum... Anımsıyorum da, sokakta gözleri görmeyen insanlar geçerdi yanımdan. Çekilir yol verirdim. Şimdi düşünüyorum da, ne kadar cesur ve beceriklilermiş. Ben hala kendi başıma evden çıkamıyorum. Ne değneğim ne de yeni hayat arkadaşım köpeğim, bana bu cesareti vermiyor henüz... Yapma şansım olduğu halde yapmadıklarımın pişmanlıklarına rağmen, yaşamak için yeni sebepler arıyorum kendime. Hayat beni bırakmadı her şeye rağmen. Ben de onu bırakmamalıyım. En azından geriye kalan ve işleyen tüm uzuvlarım için şükretmeli ve onları kullanmalıyım gözlerimin yerine. Beni sevenler için göremeyişim üzüntü kaynağı olsa da, ben hala onlara dokunabildiğim için şanslı sayıyorum kendimi. Geçmişte gözlerimi gerçeklere yumduğum anları düşünüyorum. Asıl körlük buymuş meğer... Gönül gözümün artık tamamen açıldığını söyleyenler ne kadar haklı bilmem. Tek bildiğim, artık hayatı ertelemeyeceğim. İstediğim ve gücümün yettiği ne varsa yapacağım. Zaman alacak evet, ama yapacağım. Bir kez daha pişmanlığa düşmemek için, en azından bu sefer çabalayacağım... Haydi kırmızı kuş, bana bir ninni söyle. Rüyalarımdaki gemiye binip gidelim buralardan... (Bir dostumun her hafta düzenli olarak gittiği bir restorantta çalışan garson kızın hikâyesi... Son gidişinde ismini dahi bilmediği ama görmeye aşina olduğu o kızı soruyor. Ve kızın aniden rahatsızlanarak, beklenmedik bir şekilde gözlerini kaybettiğini öğreniyor. Duyduğumda ilk yaptığım şey, kendimi o garson kızın yerine koymak oldu ve akabinde bu öykü kalbimdeki yerini aldı.) |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Nice Ömürler Eskir Yaşamanın Teninde - 30/11/2020 |
Keşke yaşam kadar pervasız olabilseydim. |
Başka Aşkın Çocukları - 11/10/2016 |
Ben unutulmuş bir kitap, doldurulmaya üşenilen bir su bardağı, uyanmanın işkenceye dönüştüğü bir pazar sabahı olurum beni bırakırsan. |
Özlemek - 11/08/2016 |
Özlemek, birlikte sahip olacaklarımıza dair. Özlemek, yarın yapacaklarımıza, bize, ikimize, birlikte dokunup güzelleştireceğimiz bir hayata dair. |
Aşk, Mevsim, Şiir - 02/08/2016 |
Zira, aşığın suretinde aşkı tarif etmektir Şiir. Seni tarif etmekse şiire aşkı öğretmektir. |
Anneler ve Kokular - 14/07/2016 |
Özlemi kağıtlarda anlatmak kolaydır, onu yaşayana sor. |
Kitap Biter, Aşk Yenisini Yazar... - 28/05/2016 |
Çünkü Aşk konuşur, kâinat iman eder... |
Özlemek - 27/04/2016 |
Özlemek, birlikte sahip olacaklarımıza dair. Özlemek, yarın yapacaklarımıza, bize, ikimize, birlikte dokunup güzelleştireceğimiz bir hayata dair. |
Bana Daima Sen Düşersin Ömürden - 18/04/2016 |
Bana yine sesin düşer Bana yine nefesin... |
Eskisi Gibi Olmayacak - 10/04/2016 |
Anlattıkları hikâyenin dönüm noktası geldiğinde: ʺArtık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.ʺ derler hikaye anlatanlar. |